26 Mayıs 2023 Cuma

1984 - George Orwell

  • Gelecekle nasıl iletişim kurulabilirdi ki? Doğası gereği olanaksızdı. Gelecek ya şimdiye benzeyecekti, ki o zaman ondan haberi bile olmayacaktı ya da şimdiden farklı olacaktı, o zaman da içinde bulunduğu durumun hiçbir anlamı kalmayacaktı.
  • İki kere ikinin dört ettiğini nereden biliyorduk ki? Yerçekimi diye bir şey olduğunu nereden biliyordu ki? Geçmişin değiştirilemez olduğunu nereden biliyordu ki? Madem geçmiş de, dış dünya da yalnızca zihinlerdeydi, madem zihin de denetlenebiliyordu, söylenecek ne kalıyordu ki geriye?
  • Hiç kuşku yok ki, kişisel mülk ve lüks anlamında zenginliğin eşit bir biçimde dağıtılacağı, buna karşılık iktidarın küçük bir ayrıcalık zümrenin elinde toplanacağı bir toplum düşünmek mümkündür. Ama böyle bir toplum uygulamada uzun süre ayakta kalamazdı. Çünkü boş vakit ve güvenlik herkesçe paylaşıldığında, yoksulluğun serseme çevirdiği geniş kitleler okuryazar olacak, kendi başına düşünmeyi öğrenecek, o zaman da hiçbir işe yaramadığını sonunda fark ettiği ayrıcalıklı azınlığı ortadan kaldıracaktı. Hiyerarşik toplumun varlığı, uzun sürede, ancak yoksulluk ve cehalete yaslanarak sürebilirdi.
  • Üretimin sürdürülmesi, ama ürünlerin dağıtılmaması gerekiyordu. Uygulamada bunu gerçekleştirmenin tek yolu da, savaşın sürekli kılınmasıydı. 
  • İnsanın azınlıkta olması, tek kişilik bir azınlık olması bile, deli olduğu anlamına gelmiyordu. Bir doğru vardı, bir de doğru olmayan; doğruya sarıldığın zaman, tüm dünyayı karşına bile alsan, deli olmuyordun.
  • Akıllılık çoğunluğa bakılarak ölçülmez.
  • Özgürlük, iki kere iki dört eder diyebilmektir. 
  • İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de.
  • O insanlar gerçek inançlarından vazgeçmedikleri için ölüyorlardı. İster istemez, tüm onur kurbanın, tüm utanç da onu diri diri yakan Engizisyoncu’nun oluyordu. 

1 Eylül 2022 Perşembe

Psikanaliz ve Sonrası - Engin Geçtan

  • Alman hekim Emil Kraepelin 1883 yılında yayınlanan kitabında, (…) her bir davranış bozukluğu türünün diğerlerinden farklı belirtiler gösterdiğini ve örneğin kızamık hastalığında olduğu gibi, önceden belirli ve tanımlanabilir bir seyir gösterdiğini açıklayarak sistematik bir psikiyatrik klasifikasyonu ilk kez gerçekleştirmiştir. 
  • Breuer, çoğu kadın olan hastalar üzerinde hipnozu ilginç bir biçimde kullanıyordu. Bu hastalar hipnoz altında sorunlarını baskısız ve açıkça anlatabiliyor, hipnozdan uyandıklarında rahatlık duyuyorlardı. Duyguların boşalımına imkan veren bu yönteme, arınma anlamına gelen katarsis denmişti.
Freud:
  • Freud, giderek hipnozdan vazgeçti ve hastalarını uyanıkken, düşünce düzenini ve ahlak kurallarını gözetmeksizin özgürce konuşmaya yöneltti. Bu yöntemle hastalar içsel engellerini yenebiliyor, unutulmuş anılarına inebiliyor ve giderek sorunlarını açıkça tartışabilir bir duruma geliyorlardı. Bu yeni yönteme serbest çağrışım ve bu yöntem aracılığıyla hastaların içsel dünyalarına giderek kendilerini daha iyi tanımalarına ve daha sağlıklı bir uyum düzeyine erişebilmelerine olanak sağlayan ilkelere de psikanaliz adı verildi.
  • Ona göre, uyku süresince bilinçdışı zihinsel etkinlikler kişiyi uyandırabilecek oranda yoğunlaşır. Sansür mekanizması sayesinde kişi uykusunu sürdürebilir. Bir başka deyişle, uyumakta olan kişi, bilinçdışından taşan bu düşüncelerle uyanacağı yerde rüya görür.
  • Çocukluk döneminden kalma içgüdüsel dürtüler, günün kalıntıları tarafından maskelenmiş bir biçimde rüyaların içeriğini oluştururlar.
  • Topografik kuram:
  • Bilinç: dış dünyadan ya da bedenin içinden gelen algıları fark edebilen zihin bölgesidir.
  • Bilinçöncesi: dikkatin zorlanması ile bilinç düzeyinde algılanabilen zihinsel olayları ve süreçleri içerir.
  • Bilinçdışı: Genel anlamda bilinçdışı, bilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olayları, dolayısıyla bilinçöncesini de içerir. Dinamik anlamda ise bilinçdışı, sansür mekanizmasının engeli dolayısıyla bilinç düzeyine ulaşma olanağı olmayan zihinsel süreçleri içerir.
  • Freud içgüdülerin tümünü iki ana bölümde toplanmıştır: yaşam içgüdüsü (eros) ve ölüm içgüdüsü (thanatos) Yaşam içgüdüleri bireysel yaşamın ve insan ırkının sürekliliğini sağlar. Açlık, susuzluk ve cinsellik bunlar arasında sayılabilir. Yaşam içgüdüsünü çalıştıran enerji türüne libido denir.
  • Freud’a göre saldırganlık, insanın kendine dönük yıkıcı eğilimlerinin dış dünyadaki objelere çevrilmesidir. İnsan diğer insanlarla savaşır ya da onlara karşıt davranışlar geliştirir. Çünkü kendini yok etme isteği ve yaşam içgüdüleri birbirlerini etkisiz kılabilir ya da biri diğerinin yerine geçebilir.
  • Kızgınlık duygularını (dışkıyı) tutma çabası tüm duygusal tepkilerin ketlenmesine neden olabilir (anal tutucu karakter). Anal tutucu karakterin en uç örneği, obsesif-kompulsif nevrozlarda görülür. Annenin tutarsız davranışlarına ya da ilgisizliğine karşı duyduğu öfkeyi boşaltma alışkanlığı geliştiren çocuklarda, karşıt duyguları (sevgi ve nefret) birlikte yaşama, derbederlik, öfke tepkileri gösterme, baş kaldırma ve sadist-mazoşist eğilimler yaşam bu izlerini sürdürür. Bu gibi kişiler her şeye, özellikle otoriteye, karşıt öneri de getirmeksizin, sürekli karşı çıkarlar (anal tepkici karakter).
  • Hızlı değişen çağdaş toplumlarda geçerli değer yargılarına ulaşabilmek pek de kolay olmaz ve başarıyla atlatılamayan kimlik bunalımı, ergende toplum içindeki rolüne ilişkin bir şaşkınlık yaratır.
  • Freud’un geliştirdiği yapısal kurama göre, kişilik üç ana sistemden oluşur: id, ego ve süperego. İd, kalıtsal olarak gelen içgüdüleri de kapsayan ve doğuştan var olan psikolojik gizilgüçlerin tümüdür. Ego, organizmanın gerçek nesnel dünyayla alışverişe geçme ihtiyacından varlık bulur. Ego kişiliğin yürütme organıdır. Eyleme giden yolları denetimi altında bulundurur, çevresindeki nesnelerin hangileri ile ilişki kuracağını seçer, hangi içgüdülere ne biçimde uyum sağlaması gerektiğine karar verir. Kişiliğin üçüncü ve en son gelişen sistemi süperegodur. Bu sistem, çocuğa ona-babası tarafından aktarılan ve ödül ve ceza uygulamalarıyla pekiştirilen, geleneksel değerlerin ve toplum ideallerinin içsel temsilcisidir, kişiliğin vicdani ve ahlaki yönüdür.
  • Çoğu kimsenin olağan karşıladığı durumlarda kaygıya kapılıyorsa ve sorunlarını çözmek için çaba göstereceği yerde görmezden geliyorsa, davranışları nevrotik olarak değerlendirilir. (…) zorlanma durumlarını yenmek için çaba göstereceği yerde türlü savunma yöntemleri kullanarak onlardan kaçınmak ister; kendi çıkarlarına ters düşen davranışlarının ve yedek çözüm yollarını görebilmesini engelleyen katılığının farkında değildir; benmerkezciliği nedeniyle yakın ilişkiler kuramaz; sorunlarını çözme çabası gösterememenin yarattığı suçluluk duyguları, yaşamında aradığını bulamama ve mutsuzluk varlığına egemendir.
  • Çocuk kusurlu ana-baba tutumları sonucu sevgiden yoksun bırakıldığında, ebeveyne yönelik düşmanca duygular geliştirir ve bu duygu duygu giderek yetişkin yaşamda da tüm dünyanın düşman bir çevre olarak algılanması ile sonuçlanır.
  • Çevreden gösterilen yakınlığı kendi düşmanca duygulardan ötürü karşılık vermediği gibi, böyle bir durumda, insanlara düşmanlık duymakta ne kadar haklı olduğu konusundaki inancı sarsılır ve yerine suçluluk duyguları alır. Bu duygular yaşamamak için, çevresinden yöneltilen olumlu tutumları ve yakınlaşmaları farkında olmaksızın bozar. (…) Reddedilmekten korkan insan, en açık ve sıcak bir kabul gösterildiğinde bile reddedildiğini kanıtlayacak belirtiler arar, bulamazsa da yaratır.
  • İnsanları “güçlü” ve “zayıf“ Olarak ayırır; birinci gruptakilere hayranlık duyar, ikinci gruptakileri küçümser. Böyle bir insanın zayıf kavramı da mantık dışıdır; kendisine yakınlık gösteren, isteklerini yerine getiren, duygularını kolayca belli eden kişileri değersiz bulur, benzer tutumları kendisinde fark ettiğinde canı sıkılır.
  • “Eğer her şey çocukluk dönemi ile açıklanırsa, o zaman her şey bir başkasının kusuru olarak değerlendirilir ve insanın kendi sorumluluğunun üstlenme gücüne duyulan güven de küçümsemiş olur.”
    -Erik Erikson
Adler:
  • Adler, her insanın yaşamına “yoğun eksiklik duyguları”yla başladığı görüşünü savunur. Bu duygular evrenseldir, herkeste vardır ve bundan ötürü “normal” sayılmalıdır.
  • Nevrotik kişi sürekli üstünlük maskesinin düşeceği ve yetersizliğini ortaya çıkaracak durumlarla karşılaşacağı korkusu içerisindedir. Böyle bir durumla karşılaştığında yaşadığı eksiklik duygusu öyle yoğun ve acıdır ki, kendi gözündeki üstünlük imgesini koruyabilmek için tüm psikolojik güçlerini kullanarak bazı yöntemleri harekete geçirir.

17 Ağustos 2022 Çarşamba

Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley

  • Her şeyin ulaşılabilir olduğu bir dünyada hiçbir şeyin anlamı yoktur.
  • Eğer kötü bir davranışta bulunduysanız, pişmanlık duyun, elinizden geldiği kadar durumu düzeltin ve bir dahaki sefere daha iyi davranmaya bakın. Ne sebeple olursa olsun hatanızın üzerinde kara kara düşünmeyin. Temizlenmenin yolu çamurda yuvarlanmak değildir.
  • “Bu da,” diye veciz bir ifadeyle ekledi Müdür, “mutluluk ve erdemin sırrıdır; yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek. Tüm şartlandırmaların amacı budur: İnsanlara, kaçınılmaz toplumsal yazgılarını sevdirmek.“
  • “Ne kadar çok yama olursa o kadar az refah olur, ne kadar çok yama olursa…”
  • Asla bir Epsilon’a emirlerini yerine getirsin diye bağırmak zorunda kalmayan erkeklere; konumlarını olduğu gibi benimseyen erkeklere; kast sisteminde bir balığın suda hareket ettiği gibi dolanabilen erkeklere; kendilerini öyle rahat hissediyorlardır ki ne kendilerinin ne de içinde var oldukları lütufkar rahatlığın farkındadırlar.
  • Fiziksel bir eksiklik, zihinsel bir ağırlık yaratabilirdi. Sanki süreç, tersine de işleyebiliyordu. Zihinsel aşırılık, kendi amaçları doğrultusunda, kasti bir yalnızlığın gönüllü körlük ve sağırlığını, yapay bir zevklerden el çekme iktidarsızlığını doğurabiliyordu.
  • İnsan mutluluk konusunu düşünmek zorunda olmasa yaşam ne kadar eğlenceli olurdu.
  • Fakat burada yasaları ben koyduğum için, çiğneyebilirim de.
  • Beyinleri ya da kasları asla zorlanmaz. Yedi buçuk saat hafif, yormayan iş, sonra da soma istihkakları, oyunları, sınırsız çiftleşmeleri ve duyusal filmler. Başka ne isteyebilirler ki?
  • Şurası kesin; Tanrı’dan bağımsız olabiliriz. Dini duygular tüm yitirdiklerimizi telafi edecektir. Ancak telafi edilecek bir kaybımız yok; dini duygular gereksiz. Gençlik arzuları asla körelmezken niye gençlik arzularının yerini alacak bir şeylerin peşinde koşalım? Bütün eski maskaralıkları sonuna kadar yaşayabiliyorken niye heveslerin yerini alacak bir şey arayalım? Zihinlerimiz ve bedenlerimiz yaşamdan zevk almayı sürdürürken niye tutunacak bir şeye gereksinim duyalım?

Günübirlik Hayatlar - Irvin D. Yalom

  • Yunan mitolojisinde, Tanatos ve Hypnos’un, yani ölüm ve uykunun ikiz kardeş olduklarını duymuş muydun?
  • Ebeveynlerimizi yitirdiğimizde kendimizi kırılgan hissederiz çünkü bir yandan kayıpla baş etmeye çalışırken bir yandan da kendi ölümümüzle yüzleşmemiz gerekir. Yetim kaldığımızda artık mezarla aramızda kimse kalmamış demektir.
  • Çok iyi sosyal becerilerin var, özgüvenin yüksek görünüyor, benimle kurduğun yakın ilişkinin sana iyi geldiğini söylüyorsun. O halde neden başka insanlarla da yakınlık kurmaktan kaçınıyorsun? Böyle soyutlanmış bir yaşamın ne gibi bir faydasını görüyorsun?
  • Belirgin bir kayıtsızlık, terapiste, hastanın konunun daha derinlerine inmek istemeyebileceğini gösteren bir işarettir.
  • Kendini korumaya almışsın ama bedeli ağır olmuş. Kendini çok fazla şeyden mahrum bırakmışsın.
  • Bence içinde pusuya yatmış büyük bir tehlike beklentisi, doğal spontanlığını baltalıyor. Spontanlığın bir tür canavara düştüğünü söylemiştin. Seni çeken bir hedef yok artık. Bunun yerine yaptığın her şey sanki bir içsel tehlikeyi kovuşturma çabasından ibaret gibi görünüyor.
  • İster uzun yaşayacak olayım, ister kısa. Şu anda hayattayım.
  • “Neden’i olan, Nasıl’a katlanır.“ -Nietzsche 

Rising Strong - Brené Brown

  • No matter what gets done and how much is left undone, I am enough. Yes, I am imperfect and vulnerable and sometimes afraid, what that doesn’t change the truth that I am brave and worthy of love and belonging.
  • Grace will take you places hustling can’t.
  • You either walk into your story and own y
    our truth, or you live outside of your story hustling for your worthiness.
  • “You may not control all the events that happen to you, but you can decide not to be reduced by them. “ -Maya Angelou
  • The most difficult part of our story is often what we bring to them, how we make up about who we are and how we are perceived by others. Yes, maybe we lost our job or screwed up a project, but what makes that story so painful is what we tell ourselves about our own self worth and value.
  • In the absence of data, we will always make up stories. It’s how we are wired. In fact, the need to make up a story, especially when we are hurt, it’s part of our most primitive survival wiring. Meaning making is in our biology, and our default is often to come up with a story that makes sense, feels familiar, and offers us insight into how best to self protect.(…) The brain recognizes the familiar beginning-middle-end structure of a story and revolves us for clearing up the ambiguity. Unfortunately, we don’t need to be accurate, just certain.
  • Self-righteousness starts with the belief that I’m better than other people and it always ends with me being my very worst self and thinking, I’m not good enough.
  • People are doing the best they can.
  • “Resentment is like drinking poison and then hoping it will kill your enemies.” -Nelson Mandela
  • I had to bury my idealized version of my parents and see them instead as people with struggles and limitations, with their own difficult histories and heart breaks.
  • “Definitions belong to the definers, not the defined.” -Toni Morrison
  • “Your vision will become clear only when you can look into your own heart. Who looks outside, dreams; who looks inside, awakes.” -Carl Jung

16 Ağustos 2022 Salı

Felsefenin Kısa Tarihi - Nigel Warburton

  • Platon insanların oy vermesine izin vermenin, yolcuların geminin dümeninde olmasına izin vermekten farksız olduğunu düşünmüştür. Dizginleri, ne yaptıklarını bilen insanlara vermek çok daha iyiydi. 
  • Doğumumuzdan önceki onca 1000 yıl boyunca var olmamakla ilgili endişemiz yoktur. Niye biri var olmadığı tüm o zamanları önemsesin ki? Fakat bu doğruysa, o zaman ölümden sonra var olmayacağımız tüm o sonsuz zamanı neden bu kadar çok düşünüyoruz ki? 
  • “Ben varsam, ölüm yok; ölüm varsa, ben yokum!”  -Epikuros
  • Aurelius Augustinus, Tanrı'ya, cinsel arzuların yok etmesi ama dünyevi hazlardan çok keyif aldığından ötürü bunu “hemen yapmaması” için yakarması ile ünlüdür.
  • Her şeye gücü yeten iyi bir tanrı nasıl olur da kötü olanı hoş görebilirdi? Tanrı kötülüğü durduramıyorsa, o zaman gerçek anlamda mutlak bir güce sahip olamazdı. Yapabilecekleri sınırlıydı. Öte yandan mutlak gücü olduğu halde kötülüğü önlemeye istekli olmayan bir Tanrı nasıl mutlak iyi olabilirdi?
  • Felsefe Boethius’a şunu söyler: hiçbir şey kendi içinde kötü değildir; her şey onun hakkında nasıl düşündüğümüze bağlıdır. Mutluluk, dünyanın değil, aklın bir durumudur.
  • Descartes’a göre bir cin var olsa ve onu kandırsa bile, o cinin kandırdığı bir şey olmalıydı. Bir düşünceye sahip olduğu sürece o, Descartes, var olmak zorundaydı. Var olmasaydı, cin onun var olduğunu düşünmesini sağlayamazdı, zira var olmayan bir şey düşüncelere sahip olamazdı. Descartes’ın bu durumdan çıkardığı sonuç, “Düşünüyorum, öyleyse varım“ (Latince cogito ergo sum) oldu.
  • Spinoza'ya göre Tanrı’yı sevebilirsiniz, sevmelisiniz de, ancak karşılığında herhangi bir sevgi bekleyemezsiniz. Bu, doğasever birinin, doğanın da onu sevmesini beklemesi gibidir.
  • “Söylediklerinizden tiksiniyorum, fakat bunları ifade edebilme hakkınızı ölümüne savunurum.” -Voltaire
  • Aristoteles için hakiki anlamda erdemli kişi ölçülü duygulara sahip işidir, bunun sonucu olarak doğru şeyi yapar. Kant için ise duygular, birinin doğru şeyi yapıyormuş gibi görmek yerine gerçekten doğru şey yaptığını görmemizi zorlaştırarak meseleyi bulanıklaştırır.